Artık Diyanet kadrosuna, cenaze namazı kıldırmak için her ilde ve ilçede bir LGBT’li, Komünist, Ateist, Mason, Şamanist, Faşist filan birilerini kadrosuna alması gerek. Laik olduğunu iddia eden bir devletin Diyanet'inde bu gidişatla lazım böyle kadrolar. Hatta bir de Feminist imamı bulmak gerek, olur ya isterler, neticede kamu görevi!?
Yani, Türk İslam, Arap İslam, Fars İslam derken, liberal İslam, Marksist İslam, Kemalist İslam'dan sonra bir de “Allahsız İslam”(!?) mı çıktı. Bir bu eksikti. İyi bir de Satanist İslam çıksın, yerli ve milli Satanist Pedefolikler için. Bakın, bunu yapın, o camilerin inşası ve imamların parası ABD'den gelir.
Bakın, kim ki İslam’ın başına ve/veya sonuna ne eklerse eklesin, kişi eklediği ile başbaşa kalır ve İslam aradan çekilir. Din; Allah (cc), Resul (sav) ve kitaptan ibarettir. Sünni İslam, Şii İslam, Selefi İslam, Sufi İslam, Türk, Kürt, Arap İslamı diye bir şey yok. Müslümanların sıfatı olarak bunlar olabilir. Mezhebi olan şeyler, İman ve Muhkem alanının dışında kalan şeylerdir. Hele hele şimdi birileri, Liberal İslam, Radikal İslam, Ilımlı İslam, Amerikano İslam, Laik İslam, Euro İslam diye bir sürü İslam icat edildi.
Bu bizim Laikçilere gelince, onlar laikliğin İncildeki bir ayetin Katolik mezhebindeki yorumu olduğunu bile bilmezler. Kimi Kemalistler zaten ideolojilerini dinleştirmişlerdir ama, Laiklik onların dinine işlemez. Cumhuriyetin temel niteliği olarak Laikliği gösterirler ama, bunlar Cumhuriyetin ne demek olduğunu da bilmezler. Bizdeki Monarşik Cumhuriyettir aslında. Bu çevreler, Cumhuriyetçiliği halkçılık zannederler ama Altı Ok’ta Laiklik ve halkçılık ayrı iki uçtur. Bunlar Cumhuriyetçilikle, Halkçılık, Halkçılıkla ulusçuluğu, ulusçuluk ve halkçılıkla Demokrasi arasındaki farkı da bilmezler. Bilmediklerini de bilmezler. Öğrenmek de istemezler, çünkü işlerine gelmez.
Metin Uca’nın cenazesinde bunu gördük son olarak. Yargıtay 1. Başkanı İmran Öktem, 7 Eylül 1967’de yine Ankara’da benzer bir olay yaşanmıştı. Yeni Adli Yıl'ın açılışı töreninde laikliği yorumlarken Voltaire'in "Tanrı'yı da insan yaratmıştır" sözünü tekrarlamış ve "Türkiye'de bir İslâm devleti ve hilâfet rejimi kurmak, Türk Milleti'ni dini esaslara dayanan bir hukuk düzenine sokmak isteyen ve bunun için gizli ve açık çalışan mistik hezeyan halindeki bir avuç meczûb, ruh hastası veya dini, kazanç metası haline getirmiş kimseler, saf ve cahil yurttaşın en temiz varlığını, itikadını, imanını geçim vasıtası yapmış olan bezirganlar o bezirganlar ki, dinin emrettiğini yerine getirmezler, yasak ettiklerini gizli gizli yaparlar fakat dindar görünürler. Evet, bunlar ve birtakım hurafeleri dini esaslar gibi göstermeye kalkan ve bu suretle halkı uyuşturan kökü dışarıdaki yurt düşmanları daima hüsrana uğrayacaklardır. (...) Gericilik ve sağcı akım çok tehlikeli bir hâl aldı” demişti.
Öktem 1 Mayıs 1969 tarihinde öldü. 3 Mayıs 1969’de Ankara Maltepe Camisinde yapılan cenaze törenine Komünizmle Mücadele Derneği, Adalet Parti'li kişiler ile bazı öğrenciler protesto edildi. Olaylar sırasında camide bulunan İsmet İnönü'yü korumak için Kara Kuvvetleri Komutanlığı Topçu Dairesi Başkan Vekili Tuğgeneral Nabi Alpartun tabancasını çekti. Cenaze namazından başka da namaz kılmayan, hatta “Cuma namazlarını bile gizlice evinde kılan” (!?) “Neden hiç Allah demiyorsunuz” diyen gazeteciye, “Allahaısmarladık, bak işte dedim” diyen İnönü, CHP İl Başkanı Rauf Kandemir'e "Namazı kılınacak, namaz kılınmadan gitmem" dedi. Bu tutucu grubun baskısından etkilenen imamların direnişi sürünce, namazı Milli Birlik Komitesi Hükûmetinin bakanlarından Abdullah Pulat Gözübüyük'ün ağabeyi İzzet Gözübüyük kıldırdı. İnönü olaylar hakkında, "Her manasıyla kesin ölçüde bir 31 Mart Vakası'dır" dedi, Başbakan Demirel de "Hadise gayet üzücüdür" dedi. 7 Mayıs'ta, Öktem destekçileri cenaze namazını kılmak istemeyenlere karşı Anıtkabir'de sona eren bir yürüyüş yaptı.
Yahu, Uca inançsız olduğunu kendi söylüyor. Cenazemi yakın diyor. Din desen zorla cenaze namazı din değil. Hukuk desen hukuk değil, bu namaz yasaya aykırı. İnsan hakları desen o değil, adamın vasiyeti var. Cesedini yakın külünü Anıtkabir'e gömün isterseniz, ya da rüzgarlı bir havada Anıtkabir'de doğru savurun gitsin.
Müslümanlara soruyorsunuz “Nasıl bilirsiniz” diye. Nasıl bilirdik, dinsiz, şarapçı ve o biçim biri işte. Niye insanları yalancı şahitliğe zorluyorsunuz. Bakın zorlarsanız “takiye” yaparlar. Sakın siz onları “Takiyecilik”le suçlamayın. Sonra bu sizin suçunuzu ikrar ettiğiniz anlamına gelir.
Takiyye ile ilgili (Âl-i İmrân 28)‘de “Müminler, müminleri ikinci sıraya alıp kâfirleri dost edinmesinler; kim böyle yaparsa Allah katında bir değeri yoktur; ancak, onlardan gelebilecek bir TEHLİKEDEN SAKINMANIZ başkadır”. Yani onlar size malınız, canınız ve yakınlarınız üzerinden bir zarar verme tehdidi ile karşı karşıya kalırsanız, onların zulmünden kurtulmak için onların dediklerini yaparsanız, umulur ki, Allah sizi o şeyden sorumlu tutmaz. “Takiye” budur. Birine “Takiye yapıyorsun” derseniz, onu tehdit ettiğiniz için onun inanmadığı ve istemediği halde öyle yaptığınız anlamı çıkar. Takiyye ile suçlamak kendi alçaklığını itiraf anlamına gelir.
Ben imam olsaydım, belki ben de Takiyye yapardım, mesela öyle bir şey yapacaksam abdestli olmazdım. Ayet okumaz, 10.yıl marşını okurdum herhalde. Tesbihatı Tekbir'den sonra “Esdağfurullah” olarak çekerdim. Ayet olarak da, (Tevbe 84)deki mealen “(Ey Resulüm, münafıklardan) Onlardan ölen birinin namazını (artık) hiçbir zaman kılma, mezarı başında da durma. Çünkü onlar, Allah'a ve Elçisine (karşı ihanet ve) inkâra sapmışlar ve fasık kimseler olarak ölüp (bu dünyadan imansız ayrılmışlardır).” ayetini okurdum.
Bakın, Cenaze namazı, farz-ı kifâye’dir. Cenaze namazı rükû ve secdesi olmayan bir namazdır; rükünleri kıyam ve tekbirlerdir. Cenaze namazında iftitâh (başlangıç) tekbiriyle birlikte dört tekbir bulunmaktadır. Bu gibi durumlarda bol bol “estağfurullah, ya Kahhar, ya Muntaim” zikri çekmek gerek. Buna “Kahhariye” de denir. Bu gibi durumlarda sesli olarak “Esselamu” dedikten sonra daha kısık bir sesle “Menittebel Huda” demek gerek. Dua ederken, “herkesin sevdikleri ile haşrolmasını” istemek doğru olur. Kalplerden geçeni Allah’ın bildiğini, herkesin yaptığının karşılığının verileceğinin bir gün olduğunu, biz kendimizi değiştirmeden Allah’ın bizim hakkımızdaki hükmünün halimize uygun olarak kesinleşeceğini söyleyelim.
Cemaatin (!?) ne olduğu, kim olduğu, ne okudukları, abdestli olup olmadıkları, tesettürlü olup olmadıkları, alkollü olup olmadıkları, karışık saf oluşturup oluşturmadıkları onlar için önemli değil.
Neyse, bugünlükte bu kadar. Laik devletin kontrolündeki bir Diyanet'te bu işler bu kadar oluyor. Peki Müslümanların bu sorununu kim, nasıl çözecek! NAS apaçık ortada iken bu zulme Müslümanlar daha ne zamana kadar dayanacak. Bunu siyaset mi çözecek, yargı mı çözecek, Diyanet bürokrasisi mi çözecek, ya da Müslümanlar mı çözecek. Yoksa sesimizi kısıp oturacak mıyız!
Selam ve dua ile.