Zamanın Ötesinde Bir Bahar: Hıdırellez’in Tarihi Kökleri ve Balkanlardaki İzleri
Baharın gelişi, insanlık tarihi boyunca hep sevinçle karşılanmıştır. Toprağın uyanışı, yeşilin yeniden var oluşu, binyıllardır kutlanır. Bu kutlamaların en köklülerinden biri olan Hıdırellez, Anadolu ve Balkanlar coğrafyasında, binlerce yılın ortak belleğinde yaşamaya devam ediyor.
Hıdırellez, isim olarak İslami bir çerçeve taşır görünse de, kökeni çok daha derinlere, pagan inançlara, mevsimsel döngülerin kutsandığı eski Anadolu ve Mezopotamya medeniyetlerine kadar uzanır. Hızır ve İlyas figürleri, İslam öncesi Orta Asya’daki doğa ruhları ve ölümsüzlük mitleriyle birleşmiş; zamanla, halk inançları içinde hem koruyucu hem de bereket figürlere dönüşmüştür. Anadolu’da ve özellikle Rumeli’de Hızır, bolluğun, şifanın ve baharın simgesi olarak yaşar.
Hıdırellez’in kutlandığı 6 Mayıs tarihi tesadüf değildir. Bu tarih, Rumi takvimine göre “Ruz-ı Hızır“ın başlangıcı, yani yaz mevsiminin ilk günü olarak kabul edilmiştir. Bu takvime göre yıl ikiye ayrılır: 6 Mayıs – 7 Kasım arası: Hızır Günleri (yaz mevsimi), 8 Kasım – 5 Mayıs arası: Kasım Günleri (kış mevsimi). Dolayısıyla Hıdırellez, baharın gelişini ve doğanın uyanışını simgeler. Bu anlayış, Bizans döneminden kalan takvim sistemlerinin halk arasında yaşamaya devam etmesinin de bir göstergesidir. Aynı dönem, Roma’da Floralia; antik Yunan’da Thargelia gibi bahar şenliklerinin düzenlendiği zamanlara da denk gelir. Bu da gösteriyor ki Hıdırellez, sadece bir inanç değil, kültürlerarası bir sürekliliktir.
Balkanlar’da Hıdırellezi’in izlerini sürmek, Osmanlı’nın yüzyıllarca süren kültürel etkisini de görmek demektir. Osmanlı’nın Rumeli’de kurduğu vakıf kültürü ve tekke hayatı, bu bayramın yayılmasında büyük rol oynamıştır. Bektaşi dergâhlarında Hızır gecesi yapılan niyetler, Evliya Çelebi’nin Seyahatnâmesinde Rumeli köylerinde kutlanan bahar şenlikleri, Hıdırellez’in sadece bir halk geleneği değil, aynı zamanda kamusal bir kültürel ritüel haline geldiğini gösterir.
Bugün Bulgaristan, Makedonya, Kosova, Bosna ve Arnavutluk gibi ülkelerde yaşayan Türk ve Müslüman topluluklar, Hıdırellez'i aynı anda hem kendi kimliklerinin bir parçası olarak, hem de bu coğrafyaya kök salmış kadim bir geleneğin devamı olarak kutlanmaktadır. Bu yönüyle Hıdırellez, Balkanlar’da yaşayan farklı halklar arasında ortak bir folklorik bağ oluşturur.
Türklerin dilek tutma geleneğiyle Romanların ateş yakma ritüeli aynı geceye denk gelir; Arnavut bir nineyle Türk bir gelin, aynı su kenarına inip aynı bahar duası fısıldar. Dilleri farklı olabilir; biri Arnavutça, diğeri Türkçe konuşur. Ama niyetleri aynı, duaları benzer: huzur, sağlık, umut. İkisi de ellerini suya uzatır, biri dudaklarını kıpırdatır, diğeri gözlerini kapatır. O anda aralarındaki farklar silinir, ikisi de aynı kadim geleneğe katılmıştır. Bu sahne, Hıdırellez'in sadece bir halk bayramı değil, aynı zamanda kültürlerarası bir buluşma, halklar arasında görünmez bir köprü olduğunun göstergesidir.
Tarih boyunca savaşlar, sınırlar, göçler pek çok şeyi yerinden etti. Ama Hıdırellez’in dilekleri, hep aynı yöne yöneldi: daha iyi bir hayat, daha bereketli bir yıl, daha huzurlu bir gelecek. Belki de bu yüzden Hıdırellez, sadece bir mevsimin değil, umudun da bayramıdır.
Ve tarih boyunca değişen her şeye rağmen, 6 Mayıs sabahı hâlâ gül dallarının altı dileklerle doludur. Çünkü Hıdırellez, geçmişin bize fısıldadığı bir gelenektir, ama hep geleceğe söylenmiş bir duadır.